« Home | MAZERETİM VAR, SATÜRN TRANSİTİNE GİRDİM BEN! » | MARGOT MUTFAKTA! » | Gökkuşağında iki kuşak, İstanbul Modern'de. » | Yakında bu sayfalardaaa! »

BURGAZ ADA HUZUR ADA

Burgaz ada bir huzurlu ada. Daha vapur adaya yaklaşırken, pencereden adayı görür görmez bir ferahlık hissi sarar beni. Daha ilk adımımı atarken kendisiyle aşka düşeriz.

Huzurlu zakkum dolu sokaklar, balkonları denize uzanan evler, kuytu bahçelerde ortancalar, şıkırından bir deniz. Minik bir meydan okumayan meydan. Kendi halinde. Dondurmacılar, tahta masa sandalyeli rakı mezeciler, sokak köpekleri, kediler ve yaygaracı martılar. Sait Faik’in gezindiği yollar, sakinlik ve bomboş sokaklar.

Gitmek, dönmek istememek duygusu.

Oturdukça gelen bir oturup kalma, ait olma, sarıp sarmalanma oralı olma hissi. Pıt pıt eden damarlarında akan kanının süzülmeye başlaması, aldığın nefesin kanını yavaşlatması. Herkesin bir telaşsız, bir tanıdık bildik olması. Her adımda merhabalaşan ada sakinleri, oooo diye başlayan sürpriz kılığına girmiş içten nidalar, kırık Türkçelere karışan Rumcalar, beraber yaşamayı bilen, beraber güzel yaşayan komşular.

Bahçelerde oturan pamuk saçlı, huzurun bu köşesine layık ihtiyarlar. Mısırcılar, arabanın etrafından top koşturan çocuklar. Deniz kokusu, her nefeste içine çektiğin iyot, martıların pervasızca piyasa yapması kaldırımlarda.

Biraz uzakta, gölgeli sokaklarda kiliseler. İçlerinde yanan kalem incesi bembeyaz mumlar, bir sokak ötede camiler. Sessizliğin içinde, kendi içinde ibadet edenler.


Masalarını hep bahçeye, bisikletlerini hep kapı önlerine bırakan adalılar. Her adımda nöbet tutan birbirinden güzel kapılar. Zakkumlara sarılmış kapılar, begonvillerle kol kola kapılar, pembe, mavi, beyaz boyalı kapılar, demir, ahşap çiçek desenli, hayat kapıları. Adanın sokaklarına bakan komşu kapılar. Sırtlarını kapılara dayamış, kilitsiz, serseri, özgür bisikletler. Her avare çocuğun rüzgârlı tekerlekleri.

Biraz ötede minicik bir bakkal. Eski zaman çocuk oyuncaklarının, şekerlemelerinin, modası geçmiş kahramanı. Market olmayan bu sokaklarda, tehditlerden uzak, mahallenin bakkalı.

Yol boyunca nefeslen diye, yan gel yat, geç kurul ahşap banklar. Denize uçacakmış gibi duran bir yamaç üzerinde, ağaç yola nazır, evlere sırtını dönen, kucağı açık, biri hep müsait, gel de bir sigara tellendir diyen gölgelerinde, fayton manzaralı, banklar.


Aksak ritimlerle en sık, en cakalı geçenler faytonlar. Arada durup, emanet adalıları evlerine bırakırlar. Kırmızı kızıl, grimsi beyaz ikiz atlı faytonlar. Ve arabaların olmadığı bu yerde, tek hâkim, tek vasıta bisiklet ve faytonlar.

Yol kenarında uyuyan, yanına ne kadar yaklaşırsan yaklaş, yine güvenle göbeğini şişire şişire uyuyan, köpekler. Öğlen uykusuna alışık, güzel yüzlü köpekler.

Havanın maviliğinin, pembe bir tonla karıştığı saatler gelince adaya yanaşan vapurların haber veren düdükleri. Tıka basa gelip, ayrılan yaz vapurları. Tıka basalıklarıyla seni bu huzur yuvasından, karmaşa dolu bir karınca yuvasına taşıyan vapurlar. Sanki öyle bir karınca yuvasına gitmiyormuş gibi kandırıkçı bir şekilde fırfırlı dalgaların üzerinde salınıp dururlar.
Seni öyle bir kandırırlar ki o mavi sularda, tıka basa da olsalar, batacağını bilsen gam yemezsin. Süzülen vapura binmişsin, uyumak istemeyen çocuklar gibi gözlerini açık tutmaya da çalışsan, onlara direnemezsin. Onlar ki seni kucaklayıp bir adalara, bir İstanbul’a götürüverirler. Çocukluğunun kırmızı potinlerini onlara her binişinde ayağına tekrar giyersin. Naneli Koska şeker ferahlığını üfler ruhuna vapurlar.

Vapurlar ki bizim buraların profilden değil, portreden resmidir. Başı bağlı teyzeler, mini etekli kızceğizler, çığırtkan çocuklar, köylü kadınlar, ayağında sandalet Suna Kıraç okuyan gümüş takılı entel teyzeler, küpeli adamlar, bıyıklı adamlar, çoluk çocuklu adamlar. Ve hepsinde bir huzur adasından, hayat telaşesine dönmenin verdiği rehavet. Kendince eğlenmiş, bazısı huzurlanmış, bazısı kap kacak toplamaktan, çocuk peşinde koşmaktan bayılmış, bazısı yorulmuş, bazısı tatillenmiş bizimkiler. Birazdan dolmuşlara doluşacak, apartmanlara tırmanılacak, karşıdan karşıya ezilmeye ramak kala geçilecek olmanın hissiyat alıştırmasını yaparlar. Bazı çocuklar yorgun düşüp uyurlar, bazıları parmaklarımdaki ojelere saldırırlar, Şeboist gençler, camdan bakanlar, gazetelerine gömülmüş dedeler, bizimkiler…

Hepsi tıka basa dolu bir ada vapurunda, hepsi böyle omuzlar bitişik, yol almaktalar. Sirkeci’den inişte hepsini bekleyen ışıklarını yakmış Galata kulesi ve camiler...

Ve dört bir yana misketler gibi dağılan bir vapur dolusu insan olarak İstanbul’a düşer
; bizimkiler.

Efendim rakıyı da siz getiriniz artıkın, o kadar masayı kurmuşuz :)

adayı bi zamanlar ne çok sevdiğimi hatırlattın bana, orada sezonluk ev kiralayıp,sevdiklerime sabahları kekler yapma hayalim vardı,akşama zeytinyağlı, bazı günler mutlaka balık, illede balık, olmadı ..

En çok Burgazada dönüşlerini severim ben...Buzzz gibi biram elimde, vapurdan önce tam tepede, öğretmenler evinin ahşap binasında güneşi batırmayı...:)

Nes,
Henüz olmadı desene kuzum! Gelirim kurulurum en baş köşeye, akşamları da kıyıya çay içmeye ineriz.
Ezgi,
Öğretmen evinin tepesini bilmiyorum ama adanın tepecikleri pek bir güzel hakikaten. Gümüş gibi şıkırdıyor denizin üzerinde ışıklar. Sevilmeyecek gibi değil.

Yorum Gönder

eXTReMe Tracker