Perşembe, Ağustos 10, 2006

MARGOT MUTFAĞINDAN SEÇME LEZZETLER!

Efendim, bu aralar mutfakta bir işler karıştırıyorum.
Nasıl şeyler mi? Genellikle kabaklı şeyler. Bu yaz neden bilmiyorum kabaklı yemek yapmaya meyilliyim. Kabak güzeldir arkadaşlar, kabaktan ne olur ki demeyin. Kabak sürprizli bir şey! Hem mütevazı, hem serin, hem de bir sürü malzemeyle harika anlaşıyor. İşte size birkaç sevilesi kabaklı tarif ve bonus olarak mantarlı muffinler!

KABAKLI MAKARNA:

Malzemeler:
1 obur kişi için:
1 Kabak
Yeterli
Makarna
Paşa gönlüne göre Tulum Peyniri
1 kaşık Krema
Karabiber, kırmızıbiber

Zeytinyağı

Makarnanızı haşlayınız ve bir kenarda başına gelecekleri beklemesi için ayırınız. Teflon tavanızın içine zeytinyağının sızmasına izin veriniz, üzerine tekerlekler halinde
kestiğiniz kabaklarınızı yuvarlayınız. 5 dakika kadar az tuz, karabiber, kırmızıbiber ekleyip, tavanın içini hareketlendiriniz. Bu karışımı yumuşatacak 1 kaşık kremayı da ekleyip, krema fingirdek hareketler yapmaya başlayıncaya kadar çeviriniz, ateşten alınız.

Makarnalarınız meraktan ölürken üzerlerine kabaklı karışımınızı dökünüz. En son tulum peynirinizi kar şeklinde yağdırıp, servise hazır, mideye nazır hale getiriniz

KABAKLI PAMUK:

Malzemeler:
1 obur kişi için:
1 kabak
1 adet tavuk bonfile
1 kaşık krema
3-5 minik küp eski kaşar
1 minik
demet dereotu
Karabiber, kırmızıbiber, kimyon
Zeytinyağı

Zeytinyağını teflon tavada kızdırın. Yeterince sinirli görünüp çat çut sesler çıkarmaya başladığı zaman karabiber, kırmızıbiber ve kimyonla hizaya getirdiğiniz tavuğunuzu tavaya bırakın. Her iki yüzünü de ikişer dakikadan harlı ateşte kızartın. Bu dakikalar geçince ateşinizi iyice kısın ve tavanıza bir kapak kapayın. Böylece tavuğunuz on beş yirmi dakikada yemeğe ismini veren pamuğun kıvamına gelecektir. Şimdi yine tekerlekler halinde doğradığımız hit sebzemiz kabağımızı
tavuğa ekleyebiliriz. Ve bir beş dakika daha buharında pişmesi için kapağını kaparız. Son olarak kremamızı, peynirimizi ve ince kıydığımız dereotumuzu da eklersek, peynirler kremanın rehavetinden erir ve dereotları da kabağa çok yakışır.

KOLAY MUFFIN:


Geçenlerde markette gezinirken Dr.Oetker’in muffinlerini keşfettim. Unu ve kâğıt muffin elbiseleri ile oynamaya hazır bir paket olduğuna karar verdim. Nasıl çocuklar için Kinder sürpriz, toto yumurta falan yapıyorlarsa bence bizim yaşımızdakiler içinde böyle muffin, kolay pizza vs gibi kutular yapmışlar. İçinden her türlü malzemesi çıkıyor. Canınız biraz oyun mu çekti? Seçin bunlardan birini, biraz yağ, su karıştırın. Sonra gelsin fırından güzel kokular! Ben benimkilerin içine mantar, kaşar peyniri ve dereotu ekledim. Siz istediğiniz malzemelerle eğlenebilirsiniz!

Afiyetler olsun efendim!

Cuma, Temmuz 21, 2006

BURGAZ ADA HUZUR ADA

Burgaz ada bir huzurlu ada. Daha vapur adaya yaklaşırken, pencereden adayı görür görmez bir ferahlık hissi sarar beni. Daha ilk adımımı atarken kendisiyle aşka düşeriz.

Huzurlu zakkum dolu sokaklar, balkonları denize uzanan evler, kuytu bahçelerde ortancalar, şıkırından bir deniz. Minik bir meydan okumayan meydan. Kendi halinde. Dondurmacılar, tahta masa sandalyeli rakı mezeciler, sokak köpekleri, kediler ve yaygaracı martılar. Sait Faik’in gezindiği yollar, sakinlik ve bomboş sokaklar.

Gitmek, dönmek istememek duygusu.

Oturdukça gelen bir oturup kalma, ait olma, sarıp sarmalanma oralı olma hissi. Pıt pıt eden damarlarında akan kanının süzülmeye başlaması, aldığın nefesin kanını yavaşlatması. Herkesin bir telaşsız, bir tanıdık bildik olması. Her adımda merhabalaşan ada sakinleri, oooo diye başlayan sürpriz kılığına girmiş içten nidalar, kırık Türkçelere karışan Rumcalar, beraber yaşamayı bilen, beraber güzel yaşayan komşular.

Bahçelerde oturan pamuk saçlı, huzurun bu köşesine layık ihtiyarlar. Mısırcılar, arabanın etrafından top koşturan çocuklar. Deniz kokusu, her nefeste içine çektiğin iyot, martıların pervasızca piyasa yapması kaldırımlarda.

Biraz uzakta, gölgeli sokaklarda kiliseler. İçlerinde yanan kalem incesi bembeyaz mumlar, bir sokak ötede camiler. Sessizliğin içinde, kendi içinde ibadet edenler.


Masalarını hep bahçeye, bisikletlerini hep kapı önlerine bırakan adalılar. Her adımda nöbet tutan birbirinden güzel kapılar. Zakkumlara sarılmış kapılar, begonvillerle kol kola kapılar, pembe, mavi, beyaz boyalı kapılar, demir, ahşap çiçek desenli, hayat kapıları. Adanın sokaklarına bakan komşu kapılar. Sırtlarını kapılara dayamış, kilitsiz, serseri, özgür bisikletler. Her avare çocuğun rüzgârlı tekerlekleri.

Biraz ötede minicik bir bakkal. Eski zaman çocuk oyuncaklarının, şekerlemelerinin, modası geçmiş kahramanı. Market olmayan bu sokaklarda, tehditlerden uzak, mahallenin bakkalı.

Yol boyunca nefeslen diye, yan gel yat, geç kurul ahşap banklar. Denize uçacakmış gibi duran bir yamaç üzerinde, ağaç yola nazır, evlere sırtını dönen, kucağı açık, biri hep müsait, gel de bir sigara tellendir diyen gölgelerinde, fayton manzaralı, banklar.


Aksak ritimlerle en sık, en cakalı geçenler faytonlar. Arada durup, emanet adalıları evlerine bırakırlar. Kırmızı kızıl, grimsi beyaz ikiz atlı faytonlar. Ve arabaların olmadığı bu yerde, tek hâkim, tek vasıta bisiklet ve faytonlar.

Yol kenarında uyuyan, yanına ne kadar yaklaşırsan yaklaş, yine güvenle göbeğini şişire şişire uyuyan, köpekler. Öğlen uykusuna alışık, güzel yüzlü köpekler.

Havanın maviliğinin, pembe bir tonla karıştığı saatler gelince adaya yanaşan vapurların haber veren düdükleri. Tıka basa gelip, ayrılan yaz vapurları. Tıka basalıklarıyla seni bu huzur yuvasından, karmaşa dolu bir karınca yuvasına taşıyan vapurlar. Sanki öyle bir karınca yuvasına gitmiyormuş gibi kandırıkçı bir şekilde fırfırlı dalgaların üzerinde salınıp dururlar.
Seni öyle bir kandırırlar ki o mavi sularda, tıka basa da olsalar, batacağını bilsen gam yemezsin. Süzülen vapura binmişsin, uyumak istemeyen çocuklar gibi gözlerini açık tutmaya da çalışsan, onlara direnemezsin. Onlar ki seni kucaklayıp bir adalara, bir İstanbul’a götürüverirler. Çocukluğunun kırmızı potinlerini onlara her binişinde ayağına tekrar giyersin. Naneli Koska şeker ferahlığını üfler ruhuna vapurlar.

Vapurlar ki bizim buraların profilden değil, portreden resmidir. Başı bağlı teyzeler, mini etekli kızceğizler, çığırtkan çocuklar, köylü kadınlar, ayağında sandalet Suna Kıraç okuyan gümüş takılı entel teyzeler, küpeli adamlar, bıyıklı adamlar, çoluk çocuklu adamlar. Ve hepsinde bir huzur adasından, hayat telaşesine dönmenin verdiği rehavet. Kendince eğlenmiş, bazısı huzurlanmış, bazısı kap kacak toplamaktan, çocuk peşinde koşmaktan bayılmış, bazısı yorulmuş, bazısı tatillenmiş bizimkiler. Birazdan dolmuşlara doluşacak, apartmanlara tırmanılacak, karşıdan karşıya ezilmeye ramak kala geçilecek olmanın hissiyat alıştırmasını yaparlar. Bazı çocuklar yorgun düşüp uyurlar, bazıları parmaklarımdaki ojelere saldırırlar, Şeboist gençler, camdan bakanlar, gazetelerine gömülmüş dedeler, bizimkiler…

Hepsi tıka basa dolu bir ada vapurunda, hepsi böyle omuzlar bitişik, yol almaktalar. Sirkeci’den inişte hepsini bekleyen ışıklarını yakmış Galata kulesi ve camiler...

Ve dört bir yana misketler gibi dağılan bir vapur dolusu insan olarak İstanbul’a düşer
; bizimkiler.

Salı, Temmuz 18, 2006

MAZERETİM VAR, SATÜRN TRANSİTİNE GİRDİM BEN!

Pazar günü Akşam gazetesinin Brunch ekini okurken bir yazıya rastladım ki sanki bütün bu yaşadıklarım mana kazandı. Meğer ben 28,5 yaşımda Satürn transitine girmişim de haberim yokmuş! Ne transiti demeyin, hemen kesip yapıştırıyorum:

''Satürn sınırları temsil eden bir gezegen. Uranüs bulunana kadar gökyüzünde evrenin sınırı, güneş sistemi Satürn’le bitiyordu. Ayrıca Satürn, deriyi, yani bedenin sınırlarını da temsil eder. Bütün bunların dışında kendini yapılandırmayı öngörür. Yani sen her kimsen ona uygun bir form alman gerekiyor. Eğer sen, kendine uygun bir form içinde değilsen, Satürn transit döneminde seni o forma sokacak bir takım deneyimler yaşamana neden olur.

Bu transit 28,5 yaşında başlar. Bu transitte bugüne kadar geliştirmiş olduğun kimliğinin, doğana uygun olup olmadığı konusunda bir sorgulama yaşarsın. Gerekirse tabelalarında bir takım değişiklikler olur. 29 yıllık yaşam öykünde aslında sen kendini yapılandırmakla yükümlüsün. Bu döngüde seçimlerinin doğana ne kadar uygun olduğu test ediliyor. Yani bir aşamaya geç ya da bir takım düzenlemeler yap.''

29 yaşında Satürn’ü transit mi geçtiniz? 35 yaşında geri geliyor, bu sefer 10 seneliğine!

''Satürn’ü genellikle insanlar çok iyi anlayamıyor. Çünkü daha gençsin ve çeşitli seçenekler var. O nedenle daha sonra 35 yaşlarında Satürn’ün bu yeni başladığı döngünün ilk çatışması yaşanıyor. Bu kez 10 yıl sürüyor yani 35-45 arası. Bu dönemde Satürn’den sonra tüm ağır hareket eden gezegenlerin transitleri bu dönem içinde geçiriliyor. Aslına bakarsanız 29 yaşından daha ağır geçirilen bir dönem oluyor. ''

Bu Satürn transiti hakkında İnternet’ten bazı okumalar da bulundum. Anladığım o ki Satürn transiti insanın bir tür gerçeklerle yüz yüze gelme durumu. Bu zamanda gerçekler o kadar da sıcak, neşeli ve çiçek desenli olmadığından, insanda bir soğuk duş etkisi, bir içine kapanma hissi ve hayat muhasebesi durumu hâsıl oluyor. Hatta okuduğuma göre bu süreçte akıllanıyoruz. Artık suçu hayata atmak yerine, yaptıklarımızın sonuçlarını olgunca kabul etme ve biz kimiz, neyiz diye sorma aşamasına geliyoruz. Buna tepki olarak bünyenin depresyona girmesi, hayatımda yanlış giden bir şeyler var, hissediyorum diye kırmızı alarma geçmesi de kuvvetle muhtemel.
Satürn’ün transitini faydalı bir deneyime çevirmek de anlaşılan çocuk oyuncağı değil. ( Neredeyse 1,5 sene alıyor) Bu dönemde yaşadığımız deneyim her ne kadar sarsıcı ve yıpratıcı da olsa sanırım bu bize Satürn ya da Satürn’ü de kontrol eden çok daha kuvvetli bir güç tarafından sunulmuş bir şans. Evet, ilk başlarda bir duvara toslayıp kalıyorsun ama o duvar senin kendini sınaman, dinlemen ve eğer o sese şans vermeye karar verirsen değişmen (değişerek durman gereken yere gelmen) için bir fırsat.

Tipik bir Satürn transit etti böyle oldu vakası mıyız, yoksa bu yaşadığımız düzende insan zaten dönüp dolaşıp bir yol ayrımına mı geliyor da astrologlar Satürn’ün günahını alıyor bilmiyorum. Bildiğim o ki, hepimize bir temize çekme fırsatı lazım, bir kampa girme, takkeyi önüne alıp düşünme, Hanya ve Konya ayırımında bir soluklanma… Ondan sonra baktık ki bizi çağıran bir ses duyduk ve kalbimiz tekrar atmaya başladı sanki elektroşokla hayata dönmüş gibi, işte bence o zaman tornistan zamanıdır. Satürn’ün yukardan bakıp, nihayet yola geldin kerata seni! Deme zamanıdır…

Kaynak: Akşam Brunch eki, Aycan Saroğlu’nun Astrolog Barış İlhan röportajı.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

MARGOT MUTFAKTA!

Çok zaman oldu mutfakta kendimi kaybetmeyeli, kendimi kaybedip mutfakta bulmayalı…

Bir baktım noodle pişirmiyor muyum? Pişiriyorum.
Pek de bir güzel olmuyor mu? Oluyor.
Yazalım tarifini, yapıştıralım panomuza, gün olur yine canımız çeker.
Haydi, komşular mutfağa!

Margot’un kabaklı karidesli nuuğdılı!

Malzemeleri:

Yumurtalı Çin göçmeni erişteler
3 adet, ince ince kıyılmış taze soğan
1 tombul diş sarımsak
Azıcık (serçe tırnağınız kadar) zencefil
Yarım kavanoz (minik kavanoz) donmuş karides
Bir adet minik şerit halinde doğranmış kabak
Soya sosu (paşa gönlünüze göre)
Susam yağı
Karabiber, kırmızıbiber ve muhtelif baharatlar

Yapalım da yiyelim:

Karidesleri kaynar, tuzlu suya atıyoruz, tam ne kadar bilmiyorum ama haşlanınca boğulmamak için su yüzüne çıkıyorlar o de en fazla 5 ila 10 dakika arasında değişiyor. Ve çıkarıp kenara alıyoruz.

Çin göçmeni eriştelerimizi (paketin içindeki bir kuş yuvası görünümündeki erişteler 1 kişiliktir) karideslerimizi haşladığımız suya atıyoruz. 10 dakikada onları haşlayıp, yıkamadan sadece süzüyoruz.

Çin tavamızı yoksa teflon tavamızı içindeki azıcık susam yağımızla kızdırıyoruz. İçine sarımsak, zencefil atıyoruz ve hızlı hızlı çeviriyoruz. Arkasından taze soğanları yuvarlıyoruz. Çeviriyoruz. (Mütemadiyen yüksek ateşte çevirmekten ibaret bu yemek). Sonra kabaklarımızı atıyoruz ve yine deli gibi çeviriyoruz. Sonra en son karidesleri tavadaki kalabalığa iade ediyoruz. Bu güzel kokan susamış kalabalığı, soya sosu ile ıslatıyoruz. Ve artık ezberlediniz: Deli gibi çeviriyoruz

En son kenardaki nuğdıllarımızı alıp bu lezzetli kabak karides karışımının kollarına bırakıyoruz. Güzel bir karıştırıyoruz ki, içerde tanışıp anlaşmayan kalmasın.

Baharatlarımızı serpip, arkadaşlarımızın tebrikleri arasında masaya doğru yürüyoruz.

Not: Yukarıdaki tarifimiz bir obur kişiliktir, bir çok obur kişi için tarifi obur kişi sayısıyla çarpınız.


Afiyet olsun!

Cumartesi, Temmuz 08, 2006


Gökkuşağında iki kuşak, İstanbul Modern'de.

Yakında bu sayfalardaaa!

Margotto'nun tatil eki!

eXTReMe Tracker